5 Eylül 2013 Perşembe

KAÇ KOPYAYIZ BİZ?

   Hiç düşündünüz mü orjinal kişiliklerinizden kaç kopya çıkarabileceğinizi?
  Kaç farklı hayatı bir arada yaşadığınızın farkında mısınız?
  İstemeden yaptıklarınız, isteyip yapamadıklarınız, gündüz yapıp gece pişman olduklarınızla nasıl çaresizce başka başka dünyalara doğru kanat çırpmaya çabaladığınızı fark ediyor musunuz?
  Bir dost nikahının ortasında birden bastıran hüznün, bir büyüğün cenazesinde karşılaştığınız eski bir sevgiliyle gelen coşkunun, sizi nasıl kopya kopya çoğalttığını ve tek bir sizden ne çok sizler yarattığını biliyor musunuz?
  Sınırlı bir hayatı çabucak tüketmek için dörtnala koşturup dururken, bir an olsun durup geride kaç farklı ayak izi bıraktığınıza dikkat ediyor musunuz?
  Sinemalarda gösterilen 'Multiplicity' (Dördümüze Bir Eş) işte bu sorulara yanıt arıyor. Filmin kahramanı (Michael Keaton) çağdaş bir hastalığın kurbanı; işinden başını kaldıramayan, oradan oraya koşuşturmaktan ne evine, ne sevdiklerine zaman ayıran ve sonunda hiçbir şeyi doyasıya yaşayamadan bitkin düşen bir 'işkolik'...
  Bu çıkmaz sokakta debelenip dururken, insanların benzerini üretmeyi başarmış bir genetik araştırmacıyla tanışıyor ve kendisinden bir kopya çıkarttırıyor. Böylece işine aslını, evine kopyasını göndererek durumu idare ediyor. Ancak zamanla bu da yetmez oluyor. kopyalar önce üçe, sonra dörde çıkıyor. Sonunda aynı adamdan, çılgın, serseri, evcil, işkolik kopyalar türüyor.
  Yönetmen Harold Ramis, güncel bir sorunu sinema teknolojisinin de yardımıyla ve mizahi bir dille perdeye taşırken, çağdaş insanın iç dünyasındaki kimlik krizini ve karmaşayı da olanca çıplaklığıyla sergiliyor.
  Senaryoya bakınca sormadan edemiyorsunuz:
  Sahi kaç kopyayız biz?
  Aynı beden içinde kaç farklı ruh halini aynı anda yaşayıp kaç farklı kimliğe bürünebiliyoruz? 
  Bu kişiliklerin hangisi biziz, hangisi fotokopimiz?
  James Bond filmlerindeki kibar, yakışıklı, aynı zamanda da güçlü İngiliz salon erkeklerini hayran hayran izleyen kadın mı size daha yakın yoksa motosikletli James Dean serseliğine tutulup maceralar özleyen mi?
  Ne zaman Meryl Streep'in çehresindeki duruluğun ve gizemin büyüsüne kapılıp dingin hayatlar hayal ettiğinizi, ne zaman her şeye boşverip Madonna'nın isyana ve günaha çağıran sesine koştuğunuzu kendinize itiraf edebilir misiniz?
  Hüzünlü dağ başında sadece ırmak şırıltısı ve kuş sesleriyle sakin bir hayatı düşleyen bıkkınlar mısınız yoksa deniz kenarında bile televizyonlarını ve cep telefonlarını elinden bırakamayan gönüllü kent mahkumları mı? Ya aynı anda ikisine birden özenmenizi nasıl açıklayacaksınız?...
  Hangi kopyanız 'Kaçıp gidelim uzaklara' diyor, siz sıkı sıkıya bu topraklara bağlı dururken?...
  Üfürükçülük adı altında bastırılmış içgüdülerinden cinsel fanteziler üreten din adamlarını, ölümcül hırslarını sahte bir gülücükle maskeleyen siyaset ikonlarını, maçlarda birer küfür mitralyözüne dönüşen kibar işadamlarını görünce sistemin ne çok kopya ürettiğine şaşıyor musunuz? 
  Kinler, sevgiler, öfkeler, kahkahalar ve gözyaşlarıyla örülmüş, çok kopyalı bir hayatı kendinize bile söylemeye cesaret edemediğiniz bir tür iki (üç-dört?) yüzlülükle yaşayıp gittiğinizi fark ediyor musunuz?
  Her akşam haberlerin karşısında genç mezarların ardından gözyaşı dökerken, sonra nasıl birden unutup kendi bencil dünyanıza çekilebiliyorsunuz?
  Resmi bir toplantının ortasında, aklınızdan masanın üzerindeki kalın raporun sayfalarından oyuncak uçaklar yapıp tek tek aşağı atmak geçerken, hala büyük bir ciddiyetle kös kös oturuyor olmanızı gülümseyerek mi hatırlıyorsunuz, üzülerek mi?...
  Aklınızdan geçeni yapamamanın, ruhunuz kopya kopya çoğalırken asıl hayatı tek kopya olarak tüketiyor olmanın bedelini biliyor musunuz?
  Kopyalarınızı, orjinal kimliğinizle konuşturuyor musunuz hiç?...
  İçinizdeki canavar, ruhunuzdaki melekle hesaplaşıyor mu?
  Hangisinin ne zaman, nasıl ortaya çıkacağını denetleyebiliyor musunuz?
  Siz kopya sandıklarınızın bir bileşkesi misiniz yoksa kopyalarınız da aslınıza mı benziyor?
  Bilmeden her kopyada aslınızı yeniden mi üretiyorsunuz?
  Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç suret bırakacaksınız?
  Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız?
  Sahi, kaç kopyasınız siz?...
  Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz?...
Can Dündar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder