Hafızamızın bizden bağımsız bir hayat sürdüğünden şüpheleniyorum bazen; kaybolduğunu sandığımız nice anı, nice çehre, söz, cümle, yazı,kendi derinliğiyle bulanıklaşmış kanalların içinde varlıklarını sürdürerek yüzüp duruyor; sonra birden, neredeyse ilk günkü kadar taze ve parlak olarak beliriveriyor; o zamana kadar niye saklanmışlardı ve o gün ortaya niye çıktılar, bunu hiç bilemiyoruz.
Geçenlerde, her mevsimden kendinde bir şeyler taşıyan kararsız bir sabah vakti, beyaz yelkenler gibi şişen bulutlarla çocuksu bir güneşin yaşadığı saklambacın bir yağmura mı, yoksa ılık bir güne mi döneceğini kestirmeye çalışarak, uzaktan kremalı bir pasta gibi gözüken uçuk sarıya boyanmış konağa yaklaşırken, Goethe'nin Frau von Stein'a yazdığı bir ayrılık mektubundan bir satır, görünürde kendisini çağıran hiç kimse olmadığı halde çıkıp geliverdi.
'Biz birbirimizin hiçbir şeyi olmayacaktık, ama herşeyi olduk' diye yazmıştı Alman şiirin Zeus'u.
'Biz birbirimizin hiçbir şeyi olmayacaktık...'
Bu kısa mektubun tümünü okumak için duyduğum ani istekle hemen eve dönüp Goethe'nin Mektupları'nı çıkardım.
Kendisinden yedi yaş büyük olan, evli ve dört çocuk sahibi soylu kadına bu mektubu yazdığında Goethe yirmi yedi yaşındaydı, bütün hayatını geçireceği ve 'Ben Weimarlı bir dünya vatandaşıyım' diyeceği Weimar'a geleli henüz bir yıl olmuştu.
Daha o yaşında, çok az yazara nasip olmuş olağanüstü bir şöhretin tadını çıkarıyordu; yirmi altı yaşındayken yazdığı 'Genç Werther'in Acıları' yalnızca Almanya'da değil bütün Avrupa'da büyük ilgi görmüş, kıtanın hemen hemen her yanında gençler Werther gibi giyinip Werther gibi konuşmaya, Werther gibi ölmeye başlamışlardı. Sokaklarda, Werherin kitapta anlatılan kıyafetine bürünmüş, altın düğmeli frak, sarı pantolon, fırfırlı beyaz gömlek giymiş binlerce genç dolaşıyordu.
Goethe'nin bu kitabında, çok yakın bir arkadaşının sevgilisi olan Charlotte Buff'a duyduğu aşkı ve bu imkansız aşk nedeniyle çektiği acıları çok içten anlattığı için gençleri bu kadar etkilediği söyleniyordu.
Sonunda çareyi tutkuyla sevdiği kadının yanından kaçmakta ve duygularını yazıp kurtulmakta bulmuştu.
O büyük aşkın ertsinde rastlamıştı bir başka Charlotte'a.
Charlotte von Stein, zarafeti ve etkileyici kültürüyle bağlamıştı genç yazarı kendisine.
Zor bir ilişkileri vardı.
Sık sık yaptıkları kavgalardan birinde Goethe işte o mektubu yazmıştı.
''Neden sana acı çektiriyorum sevgilim? Neden hep, ya sana acı çektirmek ya da kendi kendimi aldatlakla geçiyor günler? Biz birbirimizin hiçbir şeyi olmayacaktık, ama herşeyi olduk... Seni artık görmeyeceğim. Yıldızları nasıl seyrediyorsam, bundan böyle sana da öyle bakacağım demek.''
İnsana ait bütün duyguları şiirlerinde ve yazılarında anlatan Goethe, sanki anlattıklarını daha iyi bilebilsin diye Tanrı'nın kendisine bağışladığı bütün çelişkileri ruhunda barındıran bir yazardı ve elbette ki bir aşk ilişkisini tek bir mektupla bitirebilcek birisi değildi.
İlişkileri, Goethe çok daha genç, ama çok daha basit bir kıza aşık olup onunla evlenene ve von Stein'ı ''Cenazemi onun evinin önünden geçirmeyin'' dedirtecek ölçüde kızdırana kadar uzun yıllar sürdü.
'Birbirlerinin hiçbir şeyi olmayacakken herşeyi olmaya' devam ettiler.
Hem çok sevdiği hem çok beğendiği biriyle 'onun hiçbir şeyi olmamak' üzere yola çıkıp onun herşeyi olmaya varmak kabul edilmeli ki, insanın ilgisini çeken bir macera.
Hele bunun 'birbirlerinin herşeyi olmak için yola çıkıp birbirlerinin hiçbir şeyi olan' insanların çoğunlukta bulunduğu bir dünyada yaşandığını düşünürseniz, daha baştan 'birbirlerinin hiçbir şeyi olmamaya' karar vermenin sihrinin etkisinden pek kurtulamazsınız.
''Sen benim hiçbir şeyim olmayacaksın ve ben senin hiçbir şeyin olmayacağım'' deyişindeki korkunç vazgeçiş, hep biraz uzakta kalıp aradaki bağın, kararlarla, sözlerle, açıklamalarla, nikah kağıtlarına atılan imzalarla, birbirinin sahibi olabilmek için duyulan isteklerle değil de yalnızca karşısındakine hissedilen sevgiyle sürebileceğine olan muhteşem inanç, bir aşkı bir buçuk asır sonrada hatırlanır kılıyor elbet.
'Ben senin herşeyin olacağım' açgözlülüğü, sevdiğin insanı kendi varlığınla sarıp dünyadan kopartarak, yalnızca kendine ait, başkalarının girmeyeceğinden emin olduğun bir kapalı bahçe haline getirme arzusunun boğuculuğu, kimse kimsenin 'her şeyi olamayacağından' sonunda insanı sıkıntıyla bunaltarak, karşısındakinin 'hiçbir şeyi olmama' isteğine sürüklüyor herhalde.
Tersine bir yolculuk varmış gibi gözüküyor.
Hiçbir şeyi olmamakla başlarsan, o geniş özgürlük meralarından 'her şeyi olmaya' ulaşabiliyorsun.
Her şeyi olmaktan başlarsan, kısa zamanda gideceğin yer 'hiçbir şeyi' olmamak oluyor.
Hiçbir şeyden başlayan macera artarak, çoğalarak, genişleyerek büyüyor.
Her şeyden başlayan ise sürekli eksilmeye, azalmaya, sonunda yok olmaya mahkum gözüküyor.
'Birbirlerinin her şeyi olmak', gelip bir sınıra dayanmanın, her türlü hareketten , kıpırtıdan yoksun iki kişilik bir hapishanenin temellerini atmanın parolasına dnüyor.
Sanırım, yeryüzünde birbirini seven hiç kimse 'birbirinin hiçbir şeyi' ya da 'birbirinin her şeyi' olmayı becerememiştir, ikisi de imkansızdır çünkü.
Birbirinizi seviyorsanız 'birbirinizin hiçbir şeyi' olarak kalamazsınız; sevgi hareket eder, yürümek, ilerlemek, 'her şeyi olmaya2 doğru hitmek ister; sonunda 'her şeyi olursanız', ondan sonrası bir ayrılık mektubudur ya da daha fenası, bir sıkıntı ve kaçış.
Ama yine de bu uzun yürüyüşte unutulmayacak epeyce haz ve acı derlersiniz.
Her şeyi olma arzusu ise, daha sevgi başlarken onun yürüyeceği yolları keseceğinden, sıkıntı, yaşanabilecek bir çok haz daha yaşanmadan gelir, vurur sizi.
Goethe 'hiçbir şeyi olmamayı' ve 'her şey olmayı' daha yirmi yedi yaşında keşfetmiştir; daha sonra hayatı aşkta ve edebiyatta hep bu iki şeyi keşfederek geçti.
Yirmi altısında parlak bir şöhretle taçlanırken kırkında onu derinden yaralayan büyük bir başarısızlığı, okuyucuların kendisini terk edişini, sekseninde ise gelmiş geçmiş en büyük şair ilan edilişini gördü.
Yirmi yedisinde sevdiği kadının 'hiçbir şeyi' olmamayı isterken, yetmiş dördünde, karısı öldükten sonra aşık olduğu on dokuz yaşındaki bir kızın 'her şeyi' olmayı isteyerk evlenme teklif edip reddedildi.
'Biz birbirimizin hiçbir şeyiydik' diyen serazat çocuk, 'her şeyi olmak' istediği kadın tarafından reddedildiği için arabasında ağlayarak evine dönen adamın acısını da yaşadı.
Yazarken 'her şeyi' bilen bir yazardı, yaşarken 'hiçbir şey' ona mutluluğun nasıl ele geçirilebileceğini öğretemedi.
Hiçbir şey ve her şey, hepimiz gibi onun da hayatını altüst etti.
Ahmet ALTAN - Kristal Denizaltı